Kırk yedinci Emmy Ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Haluk Bilginer’e verildi ve Haluk Bilginer ödülünü Türkiye’ye armağan etti. Ama hangi Türkiye dizide gösterilen mi yoksa gerçekte var olan mı?

Bugün yapımcılar tüketimi zahmetsiz ve iletimi kolay olan dizi filmler sayesinde topluma mesaj vermeyi ve yönlendirmeyi bir romandan  veya bir gazete haberinden çok ama çok daha kolay bir şekilde gerçekleştirebiliyorlar. Hiç şüphesiz Şahsiyet isimli bu dizinin çok itibarlı bir ödülle taçlandırılması birçok insanın diziye olan merakını arttırmıştır. İzleyiciler, ödülü alan bu karaktere odaklanırken dizi film içerisine yerleştirilen mesajlara çok az dikkat ediyor belki de hiç odaklanmıyorlardır. Batı tarafından ödüllendirilmiş bu Türk yapımı dizi acaba neden ödüle layık görüldü? Daha doğrusu ödül Haluk Bilginer’in iyi oyunculuğuna mı yoksa dizinin çizdiği berbat ülke Türkiye imajına mı verildi? Şahsiyet dizisinin senaryosunu 300 sayfalık bir romana dönüştürseniz dizinin içerisine yedirilmiş mesajların ne kadarı kitleye ulaşır? Bu mesajların ne kadarını romanın içerisine yerleştirebilirsiniz? İşte tüm bu sorular cevaplanmayı beklerken en basitinden 12 bölümlük diziyi bir tablo gibi ele alalım ve sathi bir surette dizide neler anlatılıyor görelim. Benim burada ele aldığım mevzu dizideki mantık hataları veya aktör ve aktristlerin oyunculukları ile filmin teknik yapısı falan değil yalnız ve yalnızca senaryodaki Türkiye imajıdır. Diziyi izledikten sonra şunu söyleyebilirim ki ödül asla Haluk Bilginer’in oyunculuğunu taçlandırmak gayesiyle değil, dizi filmde çizilen Türkiye imajına dikkat çekmek maksadıyla verilmiştir. Neden?

Her şeyden önce küçük bir ilçede hâkim, savcı, öğretmen vs. gibi memurların da bulunduğu 53 kişilik grubun bir kız çocuğuna tecavüz etmesi üzerine kurulu bir dizi film senaryosu insanın kafasında soru işaretleri bırakıyor. Nasıl oluyor da küçük bir ilçenin en bilinen kişilerinden oluşan bu kadar kalabalık bir grup 14 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz ediyor ve bir Allah’ın kulu bile bu duruma ses çıkaramıyor. Şimdi burada sen bunu yazarken bile bu ülkede neler oluyor haberin yok diyenler çıkabilir.  Türkiye’de böyle bir hadisenin yaşanması değil lafının bile edilmesi en temelde İslam ve Müslüman düşmanı gazetecilerin eline geçecek büyük bir fırsattır. Bu dizide kurgulanan gerçekler sanki hakikatin kendisiymiş gibi anlatıyor. Hakikatte böyle bir mevzu yaşanmasa bile o ihtimalden devleti zor durumda bırakmaya çalışacak bir sürü insanla doldur bu ülke. Çünkü bu ülkede mütedeyyin insanlar ile dini endişesi olmayanların arasındaki soğuk savaş yıllardır devam etmektedir. Bu savaşta memleketin Batı hayranı veya onlara yaranmaya çalışan, din ve devlet düşmanı insanlarının batı tarafından ödüllendirilmesi gayet anlaşılabilir bir durumdur. Maksat aslında ortaya iyi bir şey konduğu için onu ödüllendirmek değil ne türlü olursa olsun yaşanan bütün olumsuzlukları İslam’a mal etmek ve bunu ele geçen her alanda yapmaktır. Herkesin hissettiği ve bildiği üzere devletin kadrolarında son 20 yılda ekseriyetle dini gayreti olan en azından inanana saygı gösteren insanlar vazifelendiriliyor. Bunların arasında elbette bu duruma mugayir olanlar da dini hassasiyetleri olan insanların arasında çok hata yapan da hatta dindar görünerek makam ve mevki elde eden de var ancak böyleleri var diye hepsi de böyledir demek büyük bir yanlıştır.

Tabloda ilk karşımıza çıkan manzara Türkiye bir sürü haksızlıkların döndüğü ama kimsenin korkudan sesini çıkaramadığı bir ülke. Hâlbuki hakikatte bu ülke akbabaların leş araması gibi olumsuz haber bekleyen muhalif gazeteciler ile dolu. Küçücük bir ilçe de bile bütün bu kokuşmuşluk sanki gerçekmiş ve bu durum ülkenin tamamında böyleymiş gibi bir algı oluşturuluyor. Örneğin dizideki tüm polisler herhangi bir şekilde bir pisliğin içinde. Ya gazetecilere haber uçurarak muhbirlik yapıyor, ya delil karartıyor ki raporlardaki DNA bulgularını sildiler ya da mafyalarla işbirliği içerisinde ve mafyaya çalışıyor. Ciddiyetsiz bir baş komiserin yanı sıra otopsi memuru bile esrar kullanarak işini yapıyor. Küçük şehirdeki polisler ise çalışmak yerine bilgisayarda oyun oynuyor. Koskoca dizide bir tane yalnızca bir tane bile doğru düzgün polis memuru yok. Sadece emniyet güçleri üzerinde oluşturulan bu müspet algı bile ülkede güvensizlik havası oluşturmaya yetiyor. Şu diziyi yapanların, senaryoyu yazanların en ufak bir olay yaşamaları durumunda polise koşacakları ortada duran bir gerçekken oluşturmaya çalıştıkları bu kötü atmosfer gayreti kendileriyle nasılda çelişiyor.  Öldürülen hâkim karakteri adaleti sağlaması gerekirken kendi kanunlarını uyguluyor, savcı pavyonlarda eğleniyor. Ve adalet sanki kanunlarla değil de Ankara’dan gelen emirlerle tecelli ediyor imajı oluşturuluyor. Dizi, bir öğretmenin kıza tecavüz etmesi, bir diğer öğretmenin 50 yaşındayken 15 yaşında kız ile evlenmesi gibi durumlarla kalmayıp ülkedeki öğretmen profiline de farklı birçok göndermelerde bulunuyor.

Ateş isimli gazeteci karakterin yaptığı görüşmelerden, konuşmalardan anladığımız kadarıyla ülkede bürokratlar iş yapmak yerine patronların, büyük şirket sahiplerinin, kirli işlerini temizlemek ile meşguller. Hatta bürokratların daha büyük pisliği ben temizledim diyerek bir yarış içerisinde oldukları anlatılıyor. Gazetecinin patronuyla yaptığı konuşma dahi buram buram iktidar ve otoriteyi kötüleme gayreti kokuyor. Diziye göre bu ülkede bütün gazeteciler gezi(seyahat) haberleri yazıyor büyük bir haber yakalayan gazeteciler bombalı araçlarla vs. öldürülüyor. (Dizideki sıradan gazetecinin havuzlu villasından çıktıktan sonra 200 bin liralık aracına konan bombanın patlaması sonucuyla öldürülmesi mantıksızlığına girmiyorum bile) Öyle bir imaj çizilmiş ki eline devlet görevlileriyle ilgili bir haber geçiren gazeteciler bir şekilde öldürülüyor. Hakikatte bu ülkenin muhalif gazetecileri devleti ve iktidarı güç durumda bırakmak için hangi dış güç ile kucaktan kucağa oynayacağına şaşırıyor. Hatta devletten yana tavır sergileyenler hemen iktidar yanlısı olmakla yaftalanıyor.

Dizi sadece devleti müspet bir imajla çizmiyor, aynı zamanda insanları, milleti de ilginç bir biçimde ele alıyor. Fütursuzca alkol tüketimi, nefret söylemleri (roman düşmanlığı, trans düşmanlığı) yaşlıların huzurevlerine mahkûm edilmeleri vs. derken milletin aklıyla ve karakteriyle dalga geçiliyor. İzlemeyenler için basitçe bir sahne anlatalım. Nazif isimli trans karakterin öldürülmesinden sonra ana karakterlerden olan gazeteci kapıcı tarafından cinayet mahalline polislere haber verilmeden önce alınıyor. Kapıcı trans bireyin ara sıra kendini sattığını dolayısıyla mahallenin tadını kaçırdığından falan bahsediyor. Ve bizim başrol gazetecimiz acaba satılık olan o mu (Nazif isimli karakteri kast ediyor) yoksa polisler gelmeden önce gazeteciyi içeriye aldığı için bir gazeteciden para isteyen sen mi? Şeklinde bir soru yöneltiyor. Ve aralarında bir onur muhabbeti geçiyor. Gazeteci yaptığı konuşmada gereksiz bir şekilde kendini satmak mevzusu üzerinden transseksüel onurunu savunmaya kalkarken kapıcıyı haber için para istedi diye asıl satılık olanın kendisi olduğunu ima etmesi şimdi durduk yere transseksüellerin onur ve şerefi için girişilen bu ispat gayreti nedir demekten insan kendisini alamıyor.

Kadın hakları namına bu dünyada en son konuşacak olan batı toplumlarının, Türkiye’de kadının ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü iddiasını senaryosuna konu edinmiş bir diziye dikkatleri çekmek istemesi gayet anlaşılır bir durum. Dizi daha başlangıç sahnelerinde bile iki erkek polisin kadın polis hakkındaki konuşmalarıyla başlıyor. Kadını aşağılayan, onu cinsel bir obje olarak gören erkek polisler dizideki bütün erkekler ile ilgili oluşturulan olumsuz algıdan daha başlarda nasibini alıyorlar. Sanırsınız ki bu ülkede devletçe milletçe kadınlara insan muamelesi yapılmıyor. Dizide okumuş bir şeyler başarmış bir kadına bile bu kadar kötü muamele edildiği tasvir edilirken çoğunluğu oluşturan kadınlara biçilen imaj ise klasik Türk Sineması imajı. Çünkü dizide çoğunluğu oluşturan kadın, yani Kambura kadını daha çok başörtülü, taşralı, cahil, bir şeyden anlamayan, sesini çıkarmayan ve başroldeki kadın polisin yaptığı konuşmalarla uyandırılmaya çalışılan kadınlar olarak gösteriliyor. Başroldeki kadın polisin spor salonunda kadınlara ders verdiği ve utanması gerekenler sizler değilsiniz, sizi alınıp satılan bir mal gibi görenlerdir dediği yer ayrı bir ilginç durumdur. Başroldeki polis gerçek hayatta eski bir manken yani geçmişte varlığını onun bedenini mal gibi görenler tarafından oluşturmasına müsaade etmiş ve bu sayede elde ettiği şöhret ile bugün bu dizilerde rol alabilmiştir. Estetikli vücudu ile kadın olmanın ne demek olduğunu anlatırken Kambura’nın kamburundan bahsediyor. Oysaki tam o esnada bu ülkenin kamburu da sözüyle özü birbirini tutmayan bu tür insanlardır demekten kendini alamıyor izleyenler. Senaryoyu yazanlar en azından böyle bir durumdan uzak birisini tercih etmeleri konusunda yapımcıya baskıda bulunabilirlerdi. Lakin neme lazım dizinin elde edeceği popülarite, hakikatin kendisinden daha değerli. Dizideki diğer kadın tiplemesine bakacak olursak Agâh Beyoğlu’nun kızı Zuhal o ise batı zihniyetiyle yetiştirilmiş bir kadın olmasına rağmen kocasının sözünü dinlediği için kocası tarafından reddediliyor. Oğluyla yaptığı bir konuşmada itaatsizliğe bizzat oğlu tarafından teşvik ediliyor.

Peki dizide nasıl bir gençlik imajı çiziliyor dersiniz? Dizi de gençlik tamamen amaçsız, başıboş, alkol tüketiminin bol olduğu ve normalleştirildiği, cinselliği istediği gibi yaşayabilen bir gençlik şeklinde resmedilmiş. Son yılların en moda yöntemi olan gençleri maskelerle politize ederek anarşizme davet eden göstergeler bu dizide de var. V For Vandettta, La Casa De Papel, Joker derken Şahsiyet dizisinde de maskeni al ve gel söylemi yer bulmuş. Hâlbuki Anadolu coğrafyasının hakikati bu değildir. Dizinin yapımcılarına birisi haber versin. Evet, bu ülkede her ne kadar reddedemeyeceğimiz bir yozlaşma var olsa da bu milletin hamuru din ile yoğurulmuştur. Bu şekilde milletimizin gençliğini anarşist bir harekete özendirerek bir yere varamazlar. Böyle bir harekete milletin hiçbir evladı girmez, giriyorsa bu milletten değildir ve hiçbir zaman olamamıştır.

Tüm bunlardan yola çıkılarak basitçe denilebilir ki ödül asla ve kat’a Haluk Bilginer’in usta oyunculuğuna değil daha çok çizilen bu olumsuz Türkiye imajı üzerine insanları dizi hakkında merak uyandırmak maksadıyla verilmiştir. Kaldı ki bu kadar çıkar hesapları üzerine kurulu dünyada zaten bir ödül asla yalnızca bir ödül değildir. Dizinin yayınlandığı dijital platformun uluslararası ortakları ile ödülü veren kuruluşlarında iş birliği içerisinde olduğu ve sponsor olduğu şirketlerin ilişkisi de başka bir araştırma yazısının konusudur.  Bu tür ödüller sayesinde hem Türkiye hakkında oluşturulan dizideki bu algı pekiştirilecek hem bu yönde yeni projelerin üretilmesi yolunda yapımcılar harekete geçirilecek hem de platformun müşteri sayısı dolayısıyla şirketlerin gelirleri kat be kat artacaktır. Ödül, kendini dizideki bir replikle bile açığa veriyor. “Hiçbir şey asla göründüğü gibi değildir.”

Türkiye hakkında bu derece yaşanılmaz bir tablo çizerek Batıya yaranma gayreti içerisinde olanlara da üstad Cemil Meriç’in bir sözüyle cevap verelim de bu yazı burada bitsin.

Bu ülkeyi yaşanılmaz kılanlar yaşanılmaz bulanlardır!

02/12/2019 – Hüdai ATEŞ